İNSAN OLMAK_OLABİLMEK
Şehrin en ücra köşelerini dolaşma şansınız oldu mu hiç? Dolaşmayı da bırakın, bir kere bile önünden geçtiniz mi? Eski Türk filmlerinde gördüğümüz gecekondu mahalleleri hala var. Dertleri bir lokma ekmek olan bir sürü insan. Yüzlerine baktığımda birden fazla endişe sezdiğim, bir bakışında birçok acıyı ve ötesini gördüğüm birçok çocuk var oralarda… Ve duygudaşlık yeteneği olmayan birçok insan, sanırım kendi sınırlarını dünyanın sonu zannediyor…
Elimde sihirli bir değnek olsa, bir dokunuşla yok etsem tüm endişelerini, sıkıntılarını…Onlar kendileri seçmedi ya bu durumda olmayı ve kim seçer ki? Ama bakarsak hepimiz aynı gökyüzünün altında yaşıyor, aynı tanrıya inanıyorduk. Onlar da seviyor, onlar da âşık oluyordu. Aşk demişken, geçenlerde bir ara sokaktan geçiyordum. Kâğıt toplayıcı iki genç(sevgili), öyle üstü başı temiz pak filan da değildi ikisinin de hatta oldukça perişan görünüyorlardı. Birbirlerini gördükleri an göz bebekleri büyüdü ikisinin de… Birbirlerini gerçekten sevdikleri o kadar açıktı ki… Benim arabanın içinde onları izlediğimi bile fark etmediler. Sarıldılar sıkıca, üstü başı kirliymiş/tozluymuş önemsemediler… Belki hiçbir şeyleri yoktu, ama kimsenin sahip olamadığı en değerli şeye, o derin sevgiye sahiptiler, mutluydular üstelik. Hayatta insan birçok şeye sahip olsa da mutluluğunu paylaşabileceği kimsesi yoksa sahip olduğu onca şeyin ne önemi vardı ki? Ve onların ruhu yoktu ki…
İnsan ne garip bir varlık, başkasının acısına ben o acıya sahip değilim diye sevinebilen… Bu duyguya kapılıp da nasıl suçlu hissetmez insan kendini? Nasıl bu kadar bencil olabilir? Belki de ben fazla hassasım bu konularda. Sefiller romanını okurken; sefilliğin sadece o kitaba, ya da o dönemin Fransa’sına ait olmadığını düşünüp, geçmişe dair birçok görüntü hayal meyal canlanmıştı gözümde. İnsanların arasında uçurumlar vardı. Görüp de hiçbir şey yapamamak, elinden hiçbir şey gelmemesi insana çaresiz hissettiriyordu. Bu çaresizlik hissine kapılıp, dayanamadığı için intihar eden birçok yazar bile vardı. Virginia Woolf, Hemingway, Stefan Zweig, Seneca, Mayakovski, Gogol ve Nilgün Marmara daha da sayabilirim, intihar şekilleri farklıydı belki ama, sebepleri aynıydı; ‘Dünyaya dayanamamak… Çaresizlik…Hiçlik…’ Haklıydılar, dünyada görmeye dayanılamayacak kadar çok acı ve hüzün vardı.
İnsan olmak neyi gerektiriyordu? Bu dünya adil miydi? Tanrı bir yerde zorluk verirken, kolaylığı neden başka yerlerde aratıyordu? Bu bir oyun muydu?
“Yaşamak, acı çekmektir. Hayatta kalmak ise, bu acıda bir anlam bulmaktır.” Nietzsche